

Balkan Turu Beşinci ve Altıncı Gün
Otelimizde güzel bir kahvaltıdan sonra Bosna-Hersek sınırına doğru bir yolculuğa başlıyoruz. Bugünün programı da oldukça yoğun gözüküyor. Bosna-Hersek sınırından çok fazla beklemeden geçiyoruz. Bosna’nın ilk tekkesi olan Blagay’a gidiyoruz. Buna Nehri’nin başlangıç noktasına kurulan tekkeyi ziyaret edip fotoğrafladıktan sonra Mostar’a doğru yola çıkıyoruz.
Mostar’a yaklaştığımız da yağmur yağmaya başlıyoruz. Kaç günlerdir şanslı olduğu için yağmur yağmadığını iddia eden rehberimizin şansı sanırım tükendi 😂 Araçtan inmeden önce bize bazı uyarılar da bulunuyor. Oldukça turistik bir bölge olduğu ve tatilde olduğumuz için kalabalık olacağını ve birbirimizi kaybetmemizi özellikle istiyor. Ayrıca Mostar köprüsü taşları yapısı ile oldukça kayganmış.
Aramızda burada elenenler olabileceğini kayanların geçmemesini dönüşte onları alacağımızı söylüyor. Tabi biz kuzenimle durur muyuz gerekirse dizlerimizin üstün de o köprüyü geçeceğiz diyerek bu yola baş koyuyoruz. Oldukça uzun boylu bir rehberimiz var bir de onu kaybetmemiz ve ıslanmamak için şemsiyesini açınca görmemek pek mümkün olmuyor. Gerçi neon pembe yağmurluğum da beni de gösterge olarak alanlar oldu 😂 Turistik sokağa girdiğimizde büyük çakıl taşları gibi taşlardan oluşan girdili çıktılı bir yol bizi karşılıyor. Bunun sebebi Mostar, Osmanlı döneminde ticaret yolu üzerinde olduğu için uzun yollardan gelen insanların ayaklarının altına masaj yapıyor olmasıymış. İlk önce köprüyü aşağıdan görebileceğimiz bir noktaya iniyoruz. Tur için toplu fotoğrafımızı çektikten sonra malum köprüye gidiyoruz. Sanırım rehberimiz bizi biraz fazla hafife almış ya da artık daha önce neler gördüyse… Köprüyü tüm ekip eksiksiz geçiyoruz. Sonrasında Osmanlı Dönemi’nden kalma Karagöz ve Mehmet Bey Camilerini ziyaret ettikten sonra serbest zaman için ayrılıyoruz. Aynı yol üzerinden gelirken güzel fotoğraflar çekip magnetlerimizi alıyoruz. Kaç tane magnet aldığımızı

sayamadım henüz. Bize yememiz konusunda öneri de bulunduğu Mostar’ın meşhur Cevapi köftesini yiyoruz. Köfteyi biraz tuzlu ve baharatlı İnegöl köftesine benzettim. Köftemizi yedikten sonra mağazaları gezerek otobüsümüze doğru gidiyoruz. Mostar’da etnik desenli şal, elbise, gömlek vb oldukça fazla. Sanırım Mostar ipeği diye bir kumaş çeşidi varmış. Kendimize birer tane de şal alıyoruz. Daha sonra yine rehberimizin dondurmaları çok güzeldir demesi üzerine dondurma alıp yiyerek gidiyoruz. Sonra bana bir anda bir farkındalık geliyor. Üzerimize yağmur yağıyor tıka basa doluyuz ama elimde dondurma kendimi zorluyorum. “Ben şimdi bunu niye yiyorum?” diyorum. Ve sonuç rehberimizin ikna ediciliğine çıkıyor. Ne söylerse yapıyoruz sorgulamadan 😂

Harika manzaralar eşliğinde önce Jablanica sonra Konjic şehirlerini panoramik olarak görerek Saraybosna’ya ulaşıyoruz. Saraybosna’ya geldiğimizde yağmur baya etkisini gösterdiği gibi hava da baya serinlemişti. Üstümüz de yağmurluk olsa da şortlarda üşüyorduk. Zıplayarak ısınmaya çalışıyordum 🙈 Yağmur çamur demeden Turistik bölgeye doğru ilerliyoruz. Çünkü gezmeye gönül vermiş turist olmak bunu gerektirir. Baş çarşının girişine geldiğinizde kendinizi Muhteşem Yüzyıl’da hissedebilirsiniz. Tam bir Osmanlı mimarisi ve Osmanlı çarşısı… Bayramın birinci gün olması sebebiyle sadece kafeler açık dükkânların çoğu kapalı. Saraybosna; Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan arasında çeşitli zamanlarda el değiştirmiş. Bu yüzden baş çarşıyı takip eden sokağın bittiği yerde Avrupai bir sokak başlıyor. Dokuyu asla bozmadan bir çizgi halinde devam etmişler. Düşünün ki bir sokak bir tarafın yerleri taş bir tarafın yerleri mermer birisi tamamen Osmanlı mimarisi birisi çok katlı binalar. Tam bu kesişim noktasında spin&go diye bir pusula yapmışlar. Bölgenin gençleri kararsızlıklarını bununla
gideriyorlarmış. Rehberimiz bunu bize gösterirken elini uzatıp dokundu. Ben ulaşabilmek için zıplayarak bir çaba harcadım. 😂 Spin&go nerede durursa o tarafa gidiyorsun. Bir de Hüsrev Paşa’nın Cami’sinin yanında iki adet çeşme varmış. Rivayete göre biri aşk biri para için hangisi eksikse ondan kana kana içmek gerekiyormuş. Tahmin edin hangisinden içtim. İkisinden de hem de her geçtiğimde 😂 Hadi bakalım aldık kabul ettik 7 7 7. 😂 Serbest zamanımızda gezilecek pek bir yer olmadığı için Bosna kahvesi içebilmek için gözümüze hoş gözüken bir yere oturarak vakit geçirmeye çalışıyoruz. Saraybosna’yı pek sevdiğimi söyleyemem. Kendimi özgür ve rahat hissedemedim sürekli gözler sizin üstünüzde gibi. O yüzden serbest zamanın hemen geçmesini ve otele gitmeyi istedim. Otele gittiğimizde de başka bir hayal kırıklığı hijyen yönünden çokta içe sinen tarafı yoktu. Konakladığımız otellerin başka hiç birinde bu problemi yaşamadık. Yemekten sonra Boşnak folklor gösterisi izledik. Sonra internet bulmuşken bayramlaşmalarımızı yaptık. Artık birbirimizle kaynaşmanın verdiği tatlı bir sohbet ortamı ile bugünümüzü de tamamladık.

Ertesi gün Sırbistan Belgrad’a doğru yola çıktık. Yolcuğumuz esnasında rehberimiz bize 1992-1995 Bosna savaşı sonrası Bosna'nın kurucusu Aliye İzzet Begoviç’in tüm dünyaya yazdığı mektubu okudu. Bosna Savaşını bilen, okuyan, şahit olanların aslında hakim olmadığı bir konu olmasa da yaşananları duymak hepimizi derinden etkiledi. Uzunca bir süre otobüste sadece burun çekme sesleri dışında sessizlik oldu. Üzerimizden bu etkiyi atmamız biraz zaman aldı. Ben dönemi yaşım yetmediği için kitaplardan biliyorum. Belki ilginizi çeker okumak isterseniz diye konu ile ilgili okuduğum kitapların isimlerini yazıyorum: İncir Kuşları Sinan Akyüz, Leyla: Bosnalı Bir Kız Alexandra Cevalius, Sevdalinka Ayşe Kulin. (kitapları ağlayacağınızı üzüleceğinizi bilerek okumanızı tavsiye ederim.)
Sırp sınır kapısındayız. Yine ilgili kontroller pasaport toplanması incelenmesi dağıtılması. O bol adrenalinli olaydan sonra otelde bile belgenin yanımda olduğunu size belirtmek isterim 🙈 Ve Sırbistan’a girip yapıldı. Girdiğiniz anda anlayacaksınız ki ülke tertemiz ve aşırı düzenli bir ülke. Belgrad’a gidene kadar geçtiğimiz küçüklü büyüklü yerleşim yerlerinin hepsi hem çok temiz hem de düzenli gözüküyordu. Sırplar genel olarak disiplinli, kurallara uyan titiz insanlarmış. Ve haliyle bu huyları yaşadıkları çevreye de yansıyor. Belgrad’a büyük bir heyecanla geldiğimi söyleyebilirim. Çünkü aslında bu tura katılmama vesile olan şehirdi. İlk olarak Belgrad’a gelmek için plan yaparken aynı bütçeye denk gelen bu tura denk geldik ve neden daha çok ülke görmeyelim dedik.



Belgrad bence tam olarak yaşanacak bir şehir. Hem yemyeşil hem tertemiz hem düzenli hem de kendinizi özgür hissediyorsunuz. Belgrad kalesine doğru yürürken yoldaki mimari yapılar size yurtdışında olduğunuzu net bir şekilde hissettiriyor. Kale hem manzarası hem yeşilliği ile beni büyülüyor. Tarihi doku oldukça korunmaya çalışılmış. Tuna nehri manzaralı kale fotoğraflarımızı çektikten sonra kafe ve mağazaların bulunduğu caddeye gidiyoruz. Burada vakit geçirip ufak alışverişler yaptıktan sonra otelimize doğru yola çıkıyoruz. Otelimiz biraz şehir dışında kalsa da hem sakin hem temizdi. Yemekleri oldukça lezzetliydi. Yemek sonrası yine tatlı bir sohbet eşliğinde gecemizi tamamlıyoruz. Ertesi gün sabahta Belgrad’da devam edeceğiz. Ama onu bir sonraki yazımıza bırakıyor ve yarın görüşmek üzere diyorum…
#tununkitaplığı