top of page
budapaşte kale manzara

Budapeşte'de 3 gün 

Herkese merhaba :)

 

Yine bir gezi blog yazısı ile karşınızdayım. Uzun zaman olmuştu yurtdışına çıkmayalı. Neden gezi yazılarımı sadece yurtdışı ile kısıtladım acaba? Bu durumu şu an farkettim ve cevabını bilmiyorum :) Konu ile ilgili görüşlerinizi almak isterim ayrı bir zamanda. Şimdi başlıyorum maceralı gezimize :)

Budapeşte seyahatimi kuzenimle birlikte gerçekleştirdik. Ama az kalsın beraber gerçekleştiremiyorduk. Cuma sabah 5:45’te kuzenimin 7:55’te benim uçağım vardı ayrı ayrı havaalanına gitmemek için beraber gidecektik. Büyük kuzenim bizi bırakacaktı. Okuyorsan sana tekrar teşekkür ederiz. Uykunu bölüp bizi oralara götürdüğün için :) :) Ben gece teyzemlere gittim ve ne göreyim. Herkes seferber olmuş bir şekilde kuzenimin pasaportunu arıyor. Evet evet doğru duyduğunu 4-5 saat sonra havalanında olmamız gerekiyor ve kuzenimin pasaportu yok. Teyzem, kuzenim, kuzenimin eşi ve ben tüm odayı tek tek iğneyle kazdık resmen. 

Yaklaşık 3 saatlik bir aramadan sonra artık kısmet değilmiş diye düşünerek bırakmış ve teslim olmuştuk ki son anda kuzenim buldu.45 dakika gibi bir sürede hazırlanıp valiz yapıp evden çıktık. Neyse ki uçuşlarımızda herhangi bir sıkıntı yaşamadan Budapeşte’ye indik. Maceralı başlamıştı hikayemiz :) Maceralı devam ediyordu. Budapeşte havalanında pasaport kontrolünü geçtik bagajımızı bekliyoruz. Uzun bir süre geçti hala yok. Hafiften bir tedirginlik başladı bende. Uçuş aktarmalı olduğu için acaba bagaj transfer mi edilmedi diye aklımda deli sorular. Sonra şöyle bir gezineyim acaba yanlış yerde mi bekliyoruz derken birde baktım ki bagajımız diğer banttan bize bakıyor. :)

budapeşte manzara

Havaalanından merkeze gitmek o kadar kolay ki hiç zorlanmadık. Önceden yaptığım araştırmalar doğrultusunda direkt hat olan 100E otobüsüne bindik. Hatta hiç para çevirmemize gerek kalmadı direkt kredi kartı ile ödeme yapabildik. Merkeze ulaşım için daha ucuz alternatif olsa da biz indi-bindi yapmamak için direkt hat ile gitmeye karar verdik. Yaklaşık 50-55 dakikalık bir yolculuktan sonra merkez duraktaydık. Yurtdışında genelde internet olduğu için bir wifi bağlantısı bulmaya çalıştık ama biraz zaman aldı. Neyse bir şekilde hallettik :) otele doğru yürümeye başladık. Vaci caddesi üzerinden otele doğru yürürken sevmeye başladım Budapeşte’yi… Otel tam olarak merkezdeydi ayarlarken tabi ki buna dikkat etmiştim ama bu kadar merkez olmasını beklemiyordum. Oldukça temiz, düzenli ve yeni bir oteldi. Çalışanları İngilizce biliyor ve güleryüzlüler. (Bu kısım reklam içerir :) Hotel Zenit gitmeyi düşünenler için öneri olarak bırakıyorum. Sadece ufak bir dezavantajı: ödemeyi booking üzerinden almıyorlar kaldığınız günün sonundaki fiyat üzerinden alıyorlar. 20 Euro kadar fazla bir para ödedik.) Eşyalarımızı bıraktık, üstümü değiştirdik hemen gezmeye başladık. Ama o da ne.. Hava biraz serin mi hatta soğuk mu ? Ama

baktığımızda böyle değildi. Üzerimde keten gömlek omzumda ince bir triko sanırım biraz donuyordum. Planımızda bugün Buda tarafını gezmek vardı konaklamamız Peşte tarafındaydı. Karşıya geçmek için Elisabeth köprüsünü kullandık. Köprüyü geçerken karşımızda Gellert tepesi ve anıtı gördük. Ancak soğukta oraya çıkmayı pek istemedik açıkcası. Heyecanla Buda kalesine doğru yol aldık. Geçtiğimiz sokakların temizliği ve tarih kokan halleri dikkatimizi çekti.

fısherman's bastion, Balıkçı Tabyası

Buda kalesine, galeri ve müzenin olduğu kapıdan giriş yaptık. Girişinde yer alan sarmaşıklı yol bizi kendine aşık etti diyebiliriz. Yemyeşil bir yoldan bol bol fotoğraf çekerek ilerledik. Kalenin merdivenlerini çıkmaya başladığımızda ufak bir yağmur başladı. Ama vazgeçmedik yağmur falan dinlemedik en üste çıktık. Kalenin manzarası müthişti diyebilirim. Yağmur bizi ıslatırken aşağı inmeyi düşünmedik. Hem yağmur hem soğuk ne kadar şanslıyız diye düşünürken güneş açmaya başladı :) Güneş ışığını değerlendirerek çok güzel fotoğraflar çektik. Manzarayla vedalaşıp donmadan gidip bir yerde sıcak bir şeyler içmeye karar verdik. Buda Kalesinden çıkıp Balıkçı Tabyasına doğru yürürken Toscano isimli bir kafeye girdik. Küçük, sevimli butik bir kafeydi. Girince ne kadar doğru bir karar verdiğimizi anladım. Çok sevimli bir kadın işletiyor ve her şeyiyle kendi ilgileniyor. Harika bir tatlı yiyip kahve içtik. Kadınla biraz sohbet ettik ve Balıkçı tabyasına doğru yola çıktık.

Balıkçı Tabyasının yolu biraz yokuşluydu ama kesinlikle gittiğimize değdi. Aziz Matthias kilisesi ile yan yanaydı. Açıkcası çok beklentimin olmadığı bir yerdi ama o avlu gibi yere çıktığımız an bambaşka bir aura. Kelimelerle nasıl 

anlatılır bilmiyorum ama hissettikleriniz bambaşka oluyor. Hem huzur hem hayranlık hem şaşkınlık… Yapılara, desenlere, manzaraya hayran kalmamak elde değil. Panoramia cafe de oturup bir şeyler içmenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Parlemento binasına ve Tuna nehrine karşı manzarası harika. Soğuğa rağmen cam kenarında oturmak istediğimiz için biraz sıra bekledik ama kesinlikle değdi. Manzara karşısında aldığım keyif ve huzur bambaşkaydı saatlerce orda oturup keyif yapmayı isterdim. Yanımda bir kitabım eksikti. Ama görülecek çok yer vardı ve buraya ayrılan sürenin sonuna gelmiştik. Güzel manzara ile vedalaşıp tekrar yollara düştük. Geldiğimiz yoldan değil de bambaşka bir yoldan gitmek ve sokaklarını görmek istedik. Bu arada yanlış anlaşılmasın tüm bunları yaparken internetimiz yoktu. (Toscano kafe dışında ) Hepsini içten gelen yer yön duygusu ile yaptık. Ama Budapeşte pek kaybolunacak gibi bir şehir değil o yüzden boşuna artistlik yapmayayım :) ara sokaklardan Tuna Nehri’nin kenarına indik ve meşhur Zincir Köprü üzerinden geçerek otelimize doğru yürümeye başladık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Otelimize çok yakın bir yerde Küçük Prens Heykeli olduğunu biliyordum. Bir Küçük Prens hayranı olarak onu görmeden gitmem mümkün değildi. Sayıklaya sayıklaya buldum ve aşırı mutlu oldum. Koşarak heykele sarıldım diyebilirim. Biraz komik gelebilir evet ama napayım çok seviyorum. Fotoğraf çektirmek için insanlar sıra bekliyordu o yüzden kısa bir muhabbetimiz oldu ama görmüş olmanın verdiği mutluluk ve sevinçle otele döndük. Üstümüzü değiştirip tekrar çıkacaktık. Çok zamanımız olmadığı için günlerimiz dolu dolu geçmiş yazarken fark ediyorum. Üstümüzü değiştirip Vaci caddesinde biraz mağazalara bakarak vakit geçirdikten sonra Twenty Six Cafe ‘ye doğru yol aldık. Akşam yemeğimizi orada yemeyi düşünüyorduk. Ünlü ve meşhur yerlerinden biriymiş. Ama kapıdan geri döndük çünkü rezervasyonsuz almıyorlarmış ve önümüzde belki 1 haftanın belki 10 günün kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği rezervasyonları doluydu. Tekrar aynı yolu yürüyerek geri geldik. Açlıktan ölmek üzereydik ve Vaci caddesi üzerinde Anna Cafe’yi gözümüze kestirip oturduk. Meşhur lezzetlerden biri olan Chicken paprika’yı denedik. Aslında sulu yemek gibi içinde kocaman paprikalı tavuk parçaları yanında da küçük hamur makarnalar vardı. Oldukça lezzetliydi denemenizi öneririm. Biraz fazla yazmışım galiba hiç farkında değilim. Her detayı sizinle paylaşmak istedim sanırım. Umarım sıkılmamışsınızdır. İkinci yazıda görüşmek üzere… 

buda kalesi
fısherman's bastion, Balıkçı Tabyası
küçük prens

#tununkitaplığı

geri

TU'NUN KİTAPLIĞINA
HOŞGELDİNİZ...

tunun kitaplığı blog
bottom of page