top of page
b23b9098a7b637df56460690b50339fb_edited.

Umut En Büyük Acıdır !

Gizem’in içinde bir sıkıntı düşmüştü. Yüreği yanıyordu mecaz anlamda değil. Gerçekten o acıyı hissedebiliyordu. Boğazı hem düğüm düğümdü hem de alevler çıkıyor gibiydi. Sanki göğüs kafesinde bir şey oturuyor ve bu yüzden nefes alamıyordu. Gözyaşları elinde olmadan pıtır pıtır kucağına dökülüyordu. O anda yoldan geçen, orta yaşlarda bir kadından kendisine doğru mendil uzandığını gördü. Yoldan geçen herhangi biri hayatımızdaki en önemli insandan daha çok önemsiyor bizi diye düşündü o an. Mendili alırken kadının gözlerine baktı. Hem Gizem hem kadın o kadar çok şey konuştular ki gözleriyle. İki farklı kadın tek acı. Aşk acısı. Hayal kırıklığı, umutsuzluk, koskoca bir boşluk. Kadın, Gizem’in yalnızlığını az da olsa yenebilmesi için bir süre yanında kaldı. Yardımcı olabileceği bir şey olup olmadığını sordu. Ne yazık ki yardımcı olabileceği bir şey yoktu. Yaklaşık bir saat önce çok sevdiğinden ayrılmış her şeyi hayal ve anı olarak geride bırakmıştı. Kadın Gizem’in omzunu hafifçe okşayıp zamanın en iyi ilaç olduğunu söyledi ve Gizem’i yalnızlığına tekrar bırakıp yanından ayrıldı.

Gizem ne yapacağını bilmeden beton bir bahçe duvarında oturuyordu. Ne olacaktı şimdi? Nasıl alışacaktı onsuzluğa? O yanında olmayınca kendini amaçsız ve bomboş hissediyordu. Bir anda silkelendi ve kendine gelmeye çalıştı. Sonuçta dünyanın sonu değildi elbette geçecekti elbette alışacaktı. Hem gitse de onun kendini sevdiğini biliyordu. Belki düşünceleri zamanla değişir ve tekrar gelirdi. Yine umutlanmaya başladığını fark edip kendine kızdı. Seven insan bırakır mıydı? Seven insan gider miydi? “Boşuna kendini kandırma Gizem” dedi kendi kendine. Açık hava da yürüyüş yapmak iyi gelir diye düşündü ve kalktı. Ağlamakta rahatlatmıştı biraz. Hem eve gitmeden sakinleşmesi yüzünü toparlaması gerekiyordu. Yaklaşık iki saat yürüyüş yaptıktan sonra eve gitmeye karar verdi. Hemen bir duş alıp yatmayı planlıyordu. Kimseyle konuşmak istemiyordu. İçindeki boşluk gittikçe büyüyordu. Yatağa yatıp yalnız kaldığında gözyaşları istemsiz tekrar akmaya başladı ve bir süre sonra uyuyakaldı.

Sabah alarma gerek kalmadan kendiliğinden gözünü açtı. Bir süre boş beyaz tavanı izledikten sonra kalkıp işe gitmek için hazırlanmaya başladı. Elini yüzünü yıkamak için banyoya doğru giderken aynadaki yansımasını gördü. Korkunçtu. İyi ki makyaj diye bir şey var. Gözlerinin şişliği hariç tüm duygu izlerini bir güzel kapatmıştı. Kalbindeki yarayı kapatmak için de yüzüne bir güzel sahte gülümseme yerleştirecekti yeri geldikçe.

İşe giderken müzik dinlemeye bayılırdı. Ama o gün ilk şarkının yarısına bile gelmeden kapattı. Çünkü devam etseydi makyajı kullanarak kapattığı tüm izler gün yüzüne çıkacaktı. Gizem bu konuyla ilgili konuşmaya hazır değildi. Önce kendi kendine kabullenmesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden normal davranarak soru sorulmasına engel olmayı amaçladı. Gün sonunda bunu başarmıştı. Biraz daha sabrederse odasına girip dilediği kadar ağlayabilecekti. Yemekte tabi ki ailesi onun bu durumunu fark etti. Küçük kardeşi bile. İş yerinde yorulduğunu ve çok uykusu olduğunu söyleyerek odasına kapandı. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Düşünmemek için bir tane film açtı. Daha on dakika olmamıştı ki geri kapattı. Kitap okumaya karar verdi ama ona da odaklanamadı. En sonunda kulaklığını taktı ve kendini hüzünlü şarkılara bıraktı. Tabi ki ağlamaya başlaması oldukça kısa sürdü. Hatta bir süre sonra hıçkırarak ağlamaya başladı. Kimseye duyurmak istemediği için yastığa gömdü yüzünü. Bir süre sonra hıçkırıkları kesildi ve yorgun gözleri alarm vermeye başladı. Sonunda uykuya dala bilmişti.

Yaklaşık bir hafta on gün kadar bu rutini devam ettirdi. Artık bu yükün altında tek başına ezildiğini hissediyordu. Birilerine anlatma ihtiyacı duyuyordu. Acısını hafifletmek kendini biraz da olsa toparlayabilmek için. Hafta sonu arkadaşlarıyla kahvaltı planı yaptılar.

Kahvaltıya gitmeden önce güzel bir duş aldı ve kendine hafif makyaj yaptı. Aslında anlatırken ağlayacağını ve makyajının hiç kalmayacağını biliyordu. Ama arkadaşlarına makyajsız ve kötü görünüp onları endişelendirmek istemedi. Gizem gittiğinde arkadaşları gelmiş onu bekliyordu. Ve Gizem daha onları görür görmez ağlamaya başladı. Arkadaşları tam olarak ne olduğunu bilmeseler de az çok konuyu tahmin etmişlerdi. Arkadaşları Gizem'e tek tek sarılıp onun ağlamasının azalmasını sakinleşmesini beklediler. Gizem sakinleşip konuşabilecek duruma geldiğinde olanları tek tek anlattı. Ağlamak ve anlatmak gerçekten yükünü hafifletmişti. Gizem bu duruma tam anlamıyla yıkılmıştı. Ama arkadaşları onun son zamanlarda aslında çokta mutlu olmadığının farkındaydılar ve çok şaşırmamışlardı. Durmadan bunun dünyanın sonu olmadığını zamanın en iyi ilaç olduğunu, belki hayırlısının bu olduğunu içeren cümleleri tekrar ediyorlardı. Tüm bunların mantığıyla düşündüğü zaman Gizem de fark ediyordur. Ama işte duyguları mantığına izin vermiyordu.

Gizem içinde yanan öfke ve hırsla onun mutsuz olmasını ve kendisini hiç unutamamasını istiyordu. Sonra yüzü gözünün önüne gelince kıyamıyordu ona. Sanki hayal değil de gerçekten yanındaymış gibi dokunmak istiyordu, sarılmak, sevgisini ona hissettirmek istiyordu. Gizem arkadaşlarının onun için çok üzüldüğünün farkındaydı. Onları daha fazla üzmemek için daha iyi görünmeye başladı. Kahvaltı diye geldikleri mekandan akşamüstü anca çıkabilmişlerdi. Gizem’in havası değişmişti, arkadaşları da bunu başarabildikleri için birazcık olsun mutlulardı.

Aradan geçen iki üç haftalık zaman Gizem'e biraz olsun iyi gelebilmişti. Artık en azından başka şeylerle oyalana biliyordu. Kitap okumak, film izlemek gibi kardeşiyle oyunlar oynuyordu mesela. Ama iş arkadaşları bir gariplik olduğunu sezdiklerinden Gizem'e onu sormaya başladılar. Şehir dışında mıydı? Neden son zamanlarda hiç Gizem’i almaya gelmemişti? Araları mı bozuktu? Yoksa onlar mı kuruntu yapıyordu? Gizem bu sorulara cevap vermesi gerektiğinin farkındaydı ve tek bir kelime tüm sorulara yanıt oldu “Ayrıldık.”. Derin bir sessizlik oldu. Herkeste biraz şaşkınlık olmuştu. Çünkü Gizem birlikte oldukları üç yıl boyunca “ kol kırılır yen içinde kalır.” Mantığını benimsemiş ve onlara sorunlardan pek bahsetmemişti. İş arkadaşları güzel haberleri beklerken onlara ayrılık haberi verdi. Gizem’in gözleri yine dolmuştu. Hiç tutamıyordu bu konuda kendini. O yüzden iş arkadaşları da onu daha fazla üzmemek için söylenmesi gerekenleri söyleyip konuyu kapattılar.

Zaman geçtikçe hayatın akışına bırakıyordu kendini ama acısı hiç azalmıyordu sanki. Boğazındaki o yumru hep orada gibiydi. Evet her şeyi yapıyordu ama bir görev bilinci ile yapıyordu. Bazen kendini suçluyor benim yüzümden deyip ağlama krizlerine giriyordu. Bazen bu yaşadıklarından onu sorumlu tutup onu suçluyordu. O kadar güvenmişti ki ona, sevgisine “bana bunları yaşatan o olamaz” diyordu. Bazen de sevgisinden emin olup hayat şartlarının onları bu noktaya getirdiğini ve kabullenmesi gerektiğini düşünüyordu. Düşünceleri o kadar hızlı değişiyordu ki kendi bile yetişemiyordu. O kadar çok düşünüyordu ki, bu düşüncelerin bedelini gece uykuları ile ödüyordu.

Çok düşündüğü için çok rüya görüyordu. Rüyaları hep aynı kişi ile ilgiliydi. Geri döndüğünü gördüğü de oluyordu, asla geri dönmeyeceğini gördüğü de. Güzel bir rüya gördüyse yüzünde bir tebessümle uyanıp daha sonra gözleri yaşlarla doluyordu. Kötü rüyalardan ağlayarak uyandığı ise daha da fazlaydı. Kendi de şaşırıyordu bu duruma. Ama hisleri o kadar yoğundu ki rüyalarında bile ağlıyordu.

Özlemi arttıkça duygusallığı da artıyordu. Onun hala aramıyor olmasına öfkeleniyordu. Ama şimdi bu kadar öfkeliyken bile karşısına çıksa bir dakika durup düşünmez hemen boynuna atlar, affederdi onu bunca olana rağmen. “Kaç kez yenilir bir kadın bir adama?” diye düşündü. Gizem “Çok kez yenildim, çok kez yenilirim hiç akıllanmam.” diye kendi kendine söylendi.

Neredeyse beş ay olmuştu. Hala ondan ses çıkmamıştı. Zaman ne kadar değişik bir kavram, anı yaşarken hiç geçmiyormuş gibi geliyor oysa nasıl da hızlı akıp gidiyor. Aradan geçen zamana rağmen Gizem hal aynı yerdeydi. Artık değişimin, kabullenmenin zamanı geldiğinin farkındaydı. Kabullenmek demek sevmemek değildi sonuçta. Onun yokluğunu, onsuzluğu kabullenmeye karar verdi. Yatağından kalktı. Dolabının önüne geçti. Sarı tişörtünü aldı ve üstüne giyindi. Çünkü sarı her zaman pozitif enerji verirdi. Altına kot pantolonunu giydikten sonra kendini sokağa attı. Gizem daha yataktan kalkarken nereye gideceğini çok iyi biliyordu. Bir kitabevine gitti, rafların arasında dolaşmaya, kitapları incelemeye başladı. Bir tanesinin arka kapak yazısı onu çok etkilemişti satın aldı ve hemen orada okumaya başladı. Kitapta kendinden bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Bu kitabın ona yol gösterici olacağını umuyordu. Kitapta kırk elli sayfa okuduktan sonra yakında olan bir kahveciden kendine bir kahve aldıktan sonra saatine baktı. Yapacak daha iyi bir işi olmadığından okumaya devam etmeye karar verdi. Birkaç sayfa geçmişti ki karşılaştığı cümleler ona ne yapması gerektiği konusunda çok yardımcı oldu. Şöyle yazıyordu:

“ parmakları gezmişti saçlarımda ve ona ait bir parmak izi bile kalmamalıydı o çok sevdiği uzun saçlarımı kısacık kestirdim. Saçlarımın tutamları önüme düşerken gözyaşlarım da kucağıma düşüyordu…”

Kahvesi bitmişti. Bir sonraki durağına karar vermişti, ayağa kalktı ve oraya doğru yol aldı. Bir an bile düşünmeden kuaföre gitti. Çünkü düşünürse ona kıyamadığı için onun sevdiği bir şeye de kıyamayacağının farkındaydı. Ama o Gizem'e kıymıştı Gizem bunu çok açık bir şekilde görebiliyordu. Çok geçmeden ayna karşısındaki kuaför koltuğunda oturuyordu. Saçları kesilirken kitaptaki kız gibi hissetmiyordu. Gözlerini kapatıp hiçbir şey düşünmemeye gayret ediyordu. Saçları giderken her makasa darbesinde Gizem yeni kararlar alıyordu. Kuaförden çıktığında kendini ferahlamış yüklerinden kurtulmuş gibi hissediyordu. Aldığı yeni kararlar doğrultusunda ne dünü ne yarını düşünecekti. Sadece içinde bulunduğu anı yaşamaktı hedefi. Yarın için umut ederek kendine eziyet etmeyi de, geçmişi düşünüp keşkeler üretmeyi de bir kenara bırakacaktı.

Geçmişte yaşayarak, umut ederek acı çekmeyi giden saçları ile orada bırakarak, uzaklaştı. Gizem bundan sonra hayatını yaşayacaktı. Çünkü fark ettiği tek bir şey vardı: “umut en büyük acıydı”.

 

#tununkitaplığı

ok_edited_edited.png

TU'NUN KİTAPLIĞINA
HOŞGELDİNİZ...

tunun kitaplığı blog
bottom of page