

VİCDAN YÜKÜ
Haftasonu olmasına rağmen Burcu o güne evde çok kötü başlamıştı. Bir süredir işyerinde, işlerin yoğunluğu ile uğraşırken bir yandada ailevi sorunlarla boğuşuyordu. O sabah kahvaltıda yine benzer durumlardan biri yaşanmıştı. Sesler yükselmiş sofranın tadı tuzu kaçmıştı. Herkesin yediği üç beş lokma boğazına dizilirken sofradan tek tek kalkmışlardı. Aslında Burcu bu duruma çok şaşırıyordu. Çünkü ailesinde bugüne kadar öyle büyük problemler hiç yaşanmamıştı. Aile olarak aksine hem çok neşelilerdi hem de birbirlerine aşırı bağlılardı. Ama bu aralar durumlar biraz karışıktı. Ortada büyük bir problem olmamasına rağmen evde bir gerginlik mevcuttu.
Kasvetli ev ortamından kurtulmak için kendini dışarıya atmaya karar verdi. Erkek arkadaşını arayarak kahve içmeyi teklif etti. Tabi erkek arkadaşına ulaşması, onu uyandırması, kahveye ikna etmesi biraz zaman almıştı. Ama yine de erkek arkadaşının bir planı olmadığı için kendini şanslı hissetti. Çünkü o sıralar onunla da yaşadığı problemler vardı ve ne yazık ki aşamıyorlardı. Şu an onun yanına gitmek ne kadar iyi hissettirecekti kendini Burcu’ya emin değildi. Ama içinden geçen buydu ve içindeki sesi dinledi. Evden hazırlanıp çıkışı da küçük bir olay yarattı, kaçıyormuş gibi algılandı. Oysaki onun da rahatlamaya, kendini dinlemeye, dertleşmeye ihtiyacı vardı. Ne yapması gerekiyordu Burcu gerçekten anlamıyordu ve bir çıkmazın içindeydi. Ya da kendi kendine sorunları büyüterek bir çıkmaza sürüklüyordu kendini. Tam olarak emin değildi.
Evden çıktı erkek arkadaşını almaya gidiyordu. Erkek arkadaşının evi, evlerine yaklaşık on beş yirmi dakikalık bir uzaklıktaydı. Trafik ışıklarından birinde durduğunda camına yedi sekiz yaşlarında bakışları biraz hüzünlü bir çocuk geldi. Saçları rüzgârın etkisiyle biraz dağılmış üzerinde kendisine büyük gelen bir montu vardı. Kolunda beyaz içi mendil dolu olan bir poşet, soğuktan çatladığı belli olan ellerinde de satmaya çalıştığı mendillerden birkaçı vardı. Çocuk kim bilir kaç saattir burada bu ışıktaydı. Burcu, çocuklara hiç dayanamazdı ama bugün gerçekten gergin olduğu için onunla ilgilenmiyordu. Kafasında türlü düşüncelerle boğuşuyordu. Hatta çocuk cama gelip onun gölgesini hissene kadar çocuğu fark etmemişti bile. Mendilci çocuğa başıyla hayır işareti yaptı. Sonra çocuk tekrar mendil satmaya çalıştı. Burcu bu sefer anlamadığını düşünerek el ve kol hareketleriyle “hayır” dedi. Mendilci çocuk çok ısrarcı çıkmıştı camdan ayrılmıyordu. Trafik ışığı da her zamankinden uzun mu sürmüştü yoksa Burcu’ya mı öyle geliyordu? Bu sefer cama vurarak “abla bir mendil alsana” dedi. Belli ki o bir mendili satmak bile onun için oldukça önemliydi. Burcu o anda bir patlama yaşayarak çocuğa “Almayacağım diyorum ya niye gitmiyorsun hala? Niye başımdasın?” diye bağırdı.
Işık yeşile dönmüştü. Burcu yola devam etti ama aklı çocukta kalmıştı. Çocuğa öyle bağırdığı için çok pişman olmuştu. Çocuklara bırak bağırmayı, onların isteklerini gerçekleştirmeden durmazdı, onlarla çok iyi anlaşırdı. Bağırmadan anlaşabilirdi mendilci çocukla da. Bir anda iyice bozulan sinirlerinin de etkisiyle ağlamaya başladı. Bayağı hıçkıra hıçkıra ağlarken erkek arkadaşının evine gelmişti. Erkek arkadaşı onu böyle görünce ne olduğu anlamaya çalıştı. Sonra olayı anlatınca erkek arkadaşı Burcu’yu tekrar aynı ışığa götürmeyi teklif etti. Bu teklifi hiç ikiletmeden kabul etti. Çünkü aklının çocukta kaldığını ikiside biliyordu. O an aklından neler neler geçiyordu. Ablasının çocuklarını düşündü. Burcu onlara çok düşkündü. Her istediklerini yapmaya çabalıyor üzülmelerine dayanamıyordu. Bu çocuğun onlardan ne farkı vardı? Neden buna mecbur bırakılmıştı? Kim bilir neler yaşıyor ne zorluklarla başa çıkmaya çalışıyordu? Böyle düşündükçe ona bağırdığı için daha da üzülüyordu. “Çocuk para kazanmaya çalışıyordu bu yaşta, bense içinde bulunduğum durumun hırsını çocuktan alırcasına bağırdım.” diyordu. Aslında kendini dışardan görebilse o kadar bağırmadığını sesini yükselttiğini anlayabilirdi. Ama durumu fazla içselleştirdi.
Gözyaşlarına hakim olamıyordu. O çocuğun neden şansız olduğunu, imkanlarının neden yeterli olmadığını düşünüp düşünüp kendine iyice vicdan azabı çektiriyordu. Hatta durumu o kadar genelledi ki tüm çocuklar için üzülmeye başladı. Bir yandan söyleniyor bir yandan ağlıyordu. Erkek arkadaşı önce ona bir su aldı ve sabırla sakinleşmesini bekledi. Daha sonra çocuğun bulunduğu ışığa doğru yol aldı.
Ay sonu olduğu için yanlarında çok nakit yoktu. Ama yine de kendilerine yetecek kadar para ayırıp gerisini çocuğa hazırladılar. Erkek arkadaşı ışıkları geçip uygun bir yerde durduktan sonra Burcu arabadan indi ve mendilci çocuğa doğru gitti. Çocuk ne olduğunu anlayamadan ona sarılıp özür diledi. Hatta belki çocuk Burcu’yu hatırlamıyordu bile. Ama yine de Burcu bir kaç kez özür diledi. Çocuk ne olduğunu anlayamamıştı ama o da kendisine sarılan bu kadına sarılarak karşılık veriyordu. Burcu bunu hissedince iyice kötü oldu ve “iyi ki” dedi. Elinde hazırladığı parayı çocuğa verip bir tane mendil alarak arabaya döndü.
Arabaya oturduğunda vicdanı rahatlamış içine huzur gelmişti. Erkek arkadaşına da bu teklifi sunduğu için teşekkür etti. Ayrıca onu bu kadar iyi tanıyan, onu sakinleştirmenin yolunu anında bulan biriyle birlikte olduğu için kendi şanslı hissetti. Erkek arkadaşı da onun bu vicdanlı yüreğini çok sevdiğini söyleyerek yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra birbirlerine bakarak kahve içecek paraları olup olmadığını sordular ve güldüler. Tabi ki paraları vardı hatta o ay sonuna kadar kendilerine ayırdıkları para o kadar bereketliydi ki bitmek bilmedi. Vicdan insanın en büyük yüküdür hayatta. Vicdan yükü taşımayacağımız günlere uyanmak dileğiyle.